31 Ekim 2015 Cumartesi

Konya'da Köylüler Uzaylı mı Vurdu?


Ayşe Özdemir adlı kadın (hâlâ Konya'da yaşamaktadır.), bir akşam üzeri felçli annesine süt almak için yola çıktığında yaşadığı "canavar" (!) olayını şöyle anlatıyor:
"Bizim oturduğumuz köyün çıkışında kime ait olduğu bilinmeyen tek bir mezar vardı. Bu mezardan ne istersen olurmuş. Bazı geceler buranın aydınlandığını görenler de olmuş, bize anlatırlardı.

Ben de annemin sağlığının düzelmesi için orada dualar etmiştim. Bir akşam üzeri evde otururken annem ısrarla gidip taze süt almamı istedi. Ben de yola çıktım. Sütü alacağım yer, 10 dakikalık bir yerdi. Hava kararmıştı. Genç kızdım ve çok korkuyordum. Yolda yürürken ağaçların arasında garip bir ışık demeti parladı. Bu tarla, bizim tarlamızdı ve evimize çok yakındı.
Korktum, koşarak geri dönmeye başladım. Işık demetine yaklaştığımda karşımda bir canavar gördüm. Kocaman gözleri vardı. Öylece kalakaldım. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Daha önce böyle bir hayvan (!) görmemiştim.
f43dcef0317dfb26f5b3723c8c0f556b
Maymun gibiydi. İki kolu, iki bacağı vardı; ama maymun değildi. Onu ve ışık demetini gören yalnızca ben değildim. Çünkü etraftan bağırışlar geliyordu. Geri geri kaçmaya başladım. Canavar arkamdan gelmedi. Sonra da silahlanmış köylülerle karşılaştım. Onlar da çevrede başka canavarlar görmüşler. Ben başka bir konudan konuşarak eve doğru giderken, silah sesleri duyuldu. Ardından ışık kümesi yeniden gökyüzünde parladı. Köylüler, canavarı vurduklarını bağırışırken ben eve geldim. Annemi çok merak ediyordum. Çünkü başak tarlası, annemin oturduğu pencerenin önünde uzayıp gidiyordu.
Odaya koşturdum. Annem yerinde yoktu. Yürümesi imkansızdı. Evde annemden başka hiç kimse de yoktu. Koşarak ve bağırarak annemi aramaya başladım. Annem, bahçenin bir köşesinde ağlıyordu. Oraya nasıl geldiğini söyleyemedi. Hatırladığı, sadece başak tarlasının üzerine inen ışık demetiydi.
Grey-Alien-Concept-Art_photo_medium
Daha sonra da bu tarla üzerinde simsiyah ve yusyuvarlak kocaman bir iz gördük. Ertesi gün vurulan canavarı görmeye gittik. İki ayaklı, iki elli bir yaratıktı. İnsana benziyordu ama insan değildi. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Kocaman gözleri vardı. Köyün hocası, uğursuzluktur deyip çok derin bir çukur kazdırıp onu gömdürdü."


Kızıl Gezegende Tren Yolu Bulundu


 Sırlarıyla insanoğlunun ilgisini sürekli üzerinde tutan Kızıl Gezegen'de yapılan son "keşif" fotoğraflarla da belgelendi.Tanınmış Amerikalı araştırmacı ve "sanal" arkeolog Joseph Skipper, Mars gezegeninden gelen fotoğraflarla ilgili yeni bir şaşırtıcı iddiada bulundu. Skipper, fotoğraflardan birinde açık bir şekilde tren rayları, tren istasyonu ve rayların üzerinde taşıyıcı olabilecek bir obje görüntülendiğini söyledi.

fft99_mf1740007
Rus Pravda gazetesinin haberine göre, yüksek çözünürlüklü Google Mars uzay fotoğrafları üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Skipper, tam bir taşıma sistemi keşfettiğini söylüyor. Çoğunluk Skipper'ın iddialarını inandırıcı bulmasa da, fotoğraflarda görülen tren yoluna benzer çizgiler ve üzerindeki objenin neyden kaynaklandığı da açıklanamıyor.
769806_129648922678406087449_Original
Bu "raylar" kızıl gezegenin Gale kareterinden 900 kilometre kadar uzağında başlıyor ve kratere kadar uzanıyor. NASA, kraterin bulunduğu bölgeye bir keşif aracı göndermeyi planlıyor. Skipper krater çevresinde yapılar bulunduğunu da belirtiyor, ancak araştırmacılar gezegene yeni bir keşif aracı gönderilmeden bu konunun açıklık kazanamayacağını düşünüyor.
1740003Jpeg-1 1740001Jpeg-1


12 Ekim 2015 Pazartesi

Karabasan


Tıptaki adı uyku felcidir. İnsanlar rüya gördükleri REM uykusu sırasında, göz ve solunum kasları dışında tamamen fizyolojik bir felç durumundadırlar. Hiçbir kasları çalışmaz. Böyle olmasaydı, biz rüyalarımızı oynar hale gelirdik. Rüyamızda ne yapıyorsak, yatakta da onu yapmaya başlardık. Bazen rüyadan uyandığımızda beynimiz uyanık ve etrafın farkında olduğumuz halde, hareket edemez, ses çıkaramaz ve göğsümüzün üzerinde bir ağırlık varmış gibi hissederiz. Bunu herkes hayatının bir döneminde en az bir kez yaşamıştır. Korku verici bir durumdur.

Karabasanın olma nedeni; uykudan uyanmamıza rağmen REM uykusundaki fizyolojik felç halinin, uyanır uyanmaz çözülmemesine bağlıdır. Ayrıca Türk halk inancında ise bu durum kâbus cinidir ve bazı inanışlara göre bu cinin Karakura veya Kamos adlı bir varlık olduğu düşünülür. Aynı zamanda, Azericede “hayalet” sözcüğünün karşılığı “karabasma”dır. Kötü olduğu düşünülen bu varlığın, heyecan ve psikolojik bozukluklara yol açtığı tahmin edildiği gibi ,Uykuda hayatını kaybeden ve doğum yaptıktan sonra hayatını kaybeden bazı insanların bu varlıkların öfkelerinden dolayı öldükleri rivayet edilir .
serkanonguru_132821093763
Karabasan, uyanıldığında kol ve bacakların felç olmuş gibi hareket etmemesidir. Genellikle rüya sonrası olur.İzole uyku paralizileri (uyku felci) de denen bu durumlar, sıklıkla uykudan uyanma durumlarında izlenir. Hasta uyanıktır, ancak hiç bir yerini kıpırdatamaz, sanki felç olmuş ya da nefes almayacakmış duygusu içindedir. Hasta için çok ürkütücü olan bu durum, 10-20 saniye kadar devam edip kendiliğinden sona erer ya da dışarıdan bir kişinin hastaya dokunması nöbeti sonlandırır.

Karabasanın diğer bir yönü ise; kişinin gece uykusunda korkulu rüyalar görerek uyanması olarak bilinen bir uyku bozukluğu olmasıdır.

Karabasanın basit bir uyku hastalığı olduğunu belirten Denizli Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Doç. Dr. Okan Bölükbaşı, bu konu hakkında şöyle diyor:
«Karabasan, uykuya daldıktan bir süre sonra şeytanın gelip göğse oturması boğazınızı sıkması nefes alamama hiçbir yerinizi oynatamama bağıramama yardım isteyememe şeklinde tarif edilen müthiş bir dehşet ve panik tablosu olarak tanımlanır.
Kültürümüzde cinlerle ilişkilendirilen ve sıklıkla hocalara danışılan bu durum aslında basit bir uyku bozukluğudur. Bu olay uykuya daldıktan kısa bir süre sonra özellikle genç insanlarda hafif uykudan derin uykuya geçiş esnasında üst beyinle alt beyin arasında geçici bir uyumsuzluktan kaynaklanan sorun nedeniyle yaşanabilmektedir. Bu olay, bütün dünyada yaygın olarak görülmektedir.

Örneğin bunun Japon halk kültüründe deniz cinlerine İngiliz halk kültüründe hortlaklara Kuzey Amerika'da cadılara bağlı olduğu zannedilirmiş. Ülkemizde bunun çok basit tedavi edilebilen nörolojik bir sorun olduğu maalesef bilinmemektedir. İnsanlarımız bu konuda ehil olmayan kişilere gidip zaman kaybetmektedirler. Bu hastaların mutlaka nörolojik muayeneden geçmeleri gerekmekir. Bu tür hastaların bazılarında çok nadir olarak tümör kanser damar yumaklaşması ya da iltihap gibi beyin sapı kisti saptanabilmektedir. Bu gibi durumların bertaraf edilebilmesi için hastaların ciddi bir nörolojik incelemeden geçirilmeleri şarttır. Tedavi kısa basit kolay ve kesindir.»
uyku_felci_th
Karabasan, yoğun vokalizasyon, motilite ve yüksek otonomik boşalmayla kendini gösteren ve gece uykusunda ortaya çıkan aşırı korku ve panik dönemleridir. Birey oturur veya kalkar, genellikle gece uykusunun ilk 1/3'ünde olur ve panik ifade eden bir çığlıkla birliktedir. Oldukça sık olarak sanki kaçmaya çalışıyormuş gibi kapıya hamle yapar, ancak nadiren odayı terk eder. Olayın hatırlanması, eğer varsa, oldukça sınırlıdır (genellikle hatırladığı bir veya iki fragman şeklinde zihinsel imgelerdir)

Uyku boyunca beden fonksiyonları, felce uğrar. Rüyalar benliğimizi acıtan acılardan alıkoyar. Uykumuza düzensizlik hakim olduğunda uyku durumu ruhumuzu takip eder. Uyku felcinde hypnogogic ve hypnopompic halüsinasyonlar eşliğinde geçirilen uyku felci, ruhumuza inanılmaz korku verir.

Yazının Devamını Web Sitemizde Okuyabilirsiniz.

http://gizemlervebilinmeyenler.com/karabasan/

https://www.facebook.com/gizemlervebilinmeyenler

KARINDEŞEN JACK



Karındeşen Jack cinayetlerinin gerçekleştiği Kraliçe Victoria döneminin İngilteresinde, masonların saraya ve aristokrasiye egemen olduğu bilinen bir gerçektir. Masonik bir amaçla işlenen cinayetler, bu nedenle kolayca örtbas edilebilmiştir. Resimde, dönemin İngilteresinde masonların düzenlediği ve farklı bölgelerden gelen biraderlerin katıldığı bir balo tasvir ediliyor.
Bu seri cinayetler, 1888 yılında Londra da gerçekleştirilmiştir. 9 haftalık bir süre içinde tam 5 ayrı hayat kadını, gövdeleri yarılıp parçalanarak vahşi şekilde öldürülmüştür. Katilin kim olduğu hiçbir zaman bulunamamış ve bir sır olarak kalmıştır. Katili tanımlamak için kullanılan "Karındeşen Jack" sözü, cinayetlerin hemen ardından bu isimle polise gönderilen bazı mektuplardan kaynaklanmaktadır. "Karındeşen Jack" denen kişinin (veya kişilerin) gerçek kimliği meçhuldur.

Ama konuyu inceleyen bazı araştırmacıları, bunun siyasi amaçlara yönelik bir komplo olduğu ve komplonun kaynağının da masonluk olduğu kanısına yönelten bazı önemli bulgular vardır. Bunları birlikte inceleyelim.
1379895_171858219678529_508314009_n
Karındeşen Jack cinayetlerinin gerçekleştiği sıralar, İngiliz monarşisi büyük bir skandalın eşiğine gelmişti.
Kraliçe Victoria nın oğlu olan King Edward VII, 1888 yılında İngiltere de masonların Büyük üstadı idi. Onun oğlu Eddy ise, eğer büyükanne ve babası ondan önce ölürse, Kral olabilirdi. Ancak Eddy nin saray disiplinine uymayan bir özel yaşamı vardı. 1888 de Londra daki Walter Sickert ismindeki ressama ve arkadaşlarına gizlice ziyaretler yapıyordu. Eddy; bu çevrede Annie isminde Katolik ve alt tabakadan gelen bir tezgahtar kız ile tanıştı ve ilişki kurdu. Bir süre sonra bir bebekleri oldu ve gizlice evlendiler. Sickert; Eddy ve Annie nin kızları için bir dadı tuttu. Mary (veya Marie) isimli dadı ve Sickert onların bu gizli düğünlerinde şahit oldular.
O sırada, İngiltere büyük bir politik karışıklık içerisindeydi ve eğer halk kral olmaya bu denli yakın birisinin Annie gibi bir kadın ile evlendiğini öğrenirse, bu durum monarşinin sona ermesine neden olabilirdi. (Katolik birisiyle evlenmek, İngiliz kraliyet ailesinin kurallarına aykırıydı, ayrıca Annie nin alt tabakadan olması da bir sorundu). Böyle bir skandal, aynı şekilde İngiliz politik ve sosyal sisteminden çıkarı olanların özellikle de masonların sonu olabilirdi.
karındeşen-jack4
Bütün bunlar Kraliçe Victoria nın kulağına gidince, Kraliçe, Marquess of Salisbury isimli Başbakanını bu olayı temizlemek ile görevlendirdi. Salisbury ünlü bir masondu. Bu skandalı kapatmak için, Annie yi akıl hastanesine yerleştirdi, ve tam 32 yıl sonra da Annie orada öldü. Kızları da daha sonra Sickert in metresi haline geldi ve ondan bir oğlu oldu. Skandal düğünün şahidi olan Marie Kelly ise alkolik bir hayat kadını oldu ve bildiklerini diğer 3 hayat kadını arkadaşı ile paylaştı.
ripper_2750609b
Onlar ise onu, Prens Eddy nin yaptıklarını deşifre etmekle tehdit ettiler. Bunu öğrenen Başbakan Salisbury bu tehditin sona ermesi gerektiğine karar verdi ve Kraliçenin doktoru olan ve aynı zamanda Annie ye akıl hastası raporunu veren yüksek dereceli mason biraderi Sir William Gull dan bu konuda yardım istedi.

Yazının devamını web sitemizden okuyabilirsiniz.






11 Ekim 2015 Pazar

Kızıl Gezegende Tren Yolu Bulundu


Sırlarıyla insanoğlunun ilgisini sürekli üzerinde tutan Kızıl Gezegen'de yapılan son "keşif" fotoğraflarla da belgelendi.Tanınmış Amerikalı araştırmacı ve "sanal" arkeolog Joseph Skipper, Mars gezegeninden gelen fotoğraflarla ilgili yeni bir şaşırtıcı iddiada bulundu.


769806_129648922678406087449_Original
Skipper, fotoğraflardan birinde açık bir şekilde tren rayları, tren istasyonu ve rayların üzerinde taşıyıcı olabilecek bir obje görüntülendiğini söyledi. Rus Pravda gazetesinin haberine göre, yüksek çözünürlüklü Google Mars uzay fotoğrafları üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Skipper, tam bir taşıma sistemi keşfettiğini söylüyor. Çoğunluk Skipper'ın iddialarını inandırıcı bulmasa da, fotoğraflarda görülen tren yoluna benzer çizgiler ve üzerindeki objenin neyden kaynaklandığı da açıklanamıyor.
1740003Jpeg-1
Bu "raylar" kızıl gezegenin Gale kareterinden 900 kilometre kadar uzağında başlıyor ve kratere kadar uzanıyor. NASA, kraterin bulunduğu bölgeye bir keşif aracı göndermeyi planlıyor. Skipper krater çevresinde yapılar bulunduğunu da belirtiyor, ancak araştırmacılar gezegene yeni bir keşif aracı gönderilmeden bu konunun açıklık kazanamayacağını düşünüyor.
1740001Jpeg-1


10 Ekim 2015 Cumartesi

KIYAMETGÜNÜ KAFATASI


Gezegenimiz neden ve nasıl yapıldığı belli olmayan garip cisimlerle dolu, bunlardan birisi ve belki de en garibi Londra´da British Museum´da duruyor. İnsanları çıldırttığı iddia olunan kafatasını yakından inceledik.. .saf kuartz kristalinden yapılmış, gerek sahibesi, gerekse de birçok kişi bu cismin bilinmeyen bir uygarlıktan kaldığına inanıyorlar. Göz çukurlarındaki gizemli ışıltılar sanki gelecekten haber veriyor. Bu garip cismin adı "Kıyamet Günü Kafatası.." Yolunuz bir gün Londra´ya düşerse, "Museum of Mankind" a yani "İnsanlık Müzesi" ne muhakkak uğrayın. Çünkü orada İnsanlık Müzesi´nin dünyanın en inanılmaz, en çarpıcı cismini, gizemini hala kimsenin çözemediği Kristal Kafatası´nı görebilirsiniz. Kristal Kafatası bizde meraklılar dışında fazla bilinmiyor ama herkes için paha biçilmez bir seyir oluşturmakta.

Kafanız kadar bir kafatası düşünün yani gerçek boyutlarda ama saf kristalden İngiliz Anna Mitchell Hedges, 1 Ocak 1924’te, Mayaların kayıp şehri Lubaantun’da (Maya dilinde düşen taşlar anlamına gelir) piramit tapınağının mihrabının altında kristal bir kafatası buldu. Gerçek insan kafatası boyutlarında olan bu kafatası tamamen şeffaf kuartz kristalinden yapılmıştı.
21k9e8h
Kafatası, ayrı bir parça olan hareketli alt çene kemiği ile anatomik olarak son derece kusursuz bir yapıya sahip olarak tek bir kuartz kristalinden oyulmuştu. Bu kafatasını kimin, hangi tarihte yaptığını tespit etmek isteyen Anna Mitchell Hedges, kafatasını o dönemde bilimsel testler yapan dünyaca ünlü Hewlett-Packard firmasına incelenmek üzere teslim etti. Kristaller karbon içermediği için, karbon testi ile yaş tespiti yapamayan bilim adamları, bu kristal kafatasının ne zaman, hangi yöntemlerle yapılmış olabileceğini farklı yöntemlerle test ettiler.
1375112_167535800110771_1079728594_n
  1. Kafatası günümüzde elektronik sanayiinde kullanılan kuartz kristalinden üretilmiştir: Bilim adamlarından oluşan ekip, kristal kafatasının günümüzde telekomünikasyon sektöründe kullanılan ve bellek kapasitesi diğer materyallerden daha yüksek olan piezo-elektrik silikon dioksit isimli bir tür kuartz kristalinden yapıldığını ortaya çıkardı. Günümüzde kullanılan mikroişlemciler de bu maddeden üretilmektedir. Ancak daha da çarpıcı olan bu kristal türünün henüz 19. yüzyılda keşfedilmiş olmasıdır.
  2.  Kristal kafatası kendi elektriğini üretme kabiliyetine sahiptir: Piezo-elektrik silikon dioksit türündeki bu kristal, hem negatif hem pozitif kutuplaşma özelliğine sahiptir. Bu özelliği dolayısıyla kristal kafatası, akü ve pillerde olduğu gibi kendi elektriğini üretebilir.
  3. ancient-aliens-7
Yazının Devamını Web Sitemizde Okuyabilirsiniz .

9 Ekim 2015 Cuma


 MARS TA BULUNAN  UZAYLI ŞEHRİ

Ceres’teki Piramitte Uzaylı Bir Şehir mi Gizli ?
gizemlervebilinmeyenler
NASA fotoğraflarında beliren gizemli ışıklar ve tuhaf nesnelerle heyecanlanan UFO camiası, bu sefer astronominin gündemindeki Ceres’i inceliyor.
Dünya dışı akıllı varlıkların olup olmadığı cevaplamak istediğimiz en büyük sorulardan biri.
NASA, bu soruyu Mars’taki bakteriler veya Europa’daki sualtı canlılarıyla cevaplamak isterken, UFO araştırmacıları kesin delil istiyor. Kesin delil olarak akla gelenler uzaylılara ait üsler veya uzay araçları.

Rosetta uzay aracı, 67P/Churyumov-Gerasimenko kuyrukluyıldızına ait yakın çekim görüntüleri elde etmeye başladığında komplo teorisyenlerinden gelen yorumlar beni güldürmüştü. Dünya dışı akıllı varlıklara inanan birisi olarak bu yorumlara
güldüm çünkü 4kilometre genişliğindeki gök cisminde antenler olduğu, bir nevi uzaylı iletişim bürosu yer aldığı iddia ediliyordu.

Gerçekçi olunduğu zaman, Güneş’in etkisiyle buharlaşacak bir toz tanesi üzerine uzaylıların
antenler dikmesi mantıklı değil. Dahası, sıfıra yakın çekim gücüyle Philae’nin bile doğru
düzgün inemediği ve sürüklenerek kaybolduğu bir toz tanesi uzaylıların ne işine yarayacaktı?
Milyonlarca yıl öncesinden geleceğimizi tahmin edip binlerce trilyon kuyrukluyıldız arasından
67P’yi bize mesaj göndermek için seçtiler ve ESA’ya (Avrupa Uzay Ajansı) ‘buraya gelin’
Dediler.

Rosetta görevinin tarihçesine bakıldığında bu tür uçuk kaçık düşünceler bile zemin bulamıyor. İlk olarak 1969’da keşfedilen 67P’nin varlığı Svetlana Gerasimenko tarafından doğrulandı ve konumu Klim Churyumov’un hesaplarıyla tespit edildi. Rosetta, 2004 yılından önce yapılması beklenen ateşlemesinde aslında 46P/Wirtanen kuyrukluyıldızına gönderilecekti. Ateşleme ertelenince, ikinci alternatif olan 67P seçildi.
67P’de uzaylılar olduğu geyiği çabuk sona erdi ancak Ceres sadece UFO meraklılarının değil,
NASA’nın da fazlasıyla heyecanlanmasına neden olan içerikler sunuyor.
 gizemlervebilinmeyenler2
Kraterde Yarasa Uzay Aracı Var
Cnet’te yer alan bir yorum, ‘cüce gezegenin’ yüzeyinden yükselen ‘5 kilometrelik’ piramit
dağın aslında gerçek bir piramit olabileceği yönünde. Bu tabii ki şakayla karışık bir iddia.
CNN’de ise piramidin milyonlarca yıl önce yaşamış galaktik bir imparatora adanmış bir yapı
olabileceği veya yakında karşılaşacağımız uzaylı efendilerimizin evi olabileceği yorumları yer
alıyor.

Dawn uzay aracının 4,400 km mesafeden çektiği fotoğraflarda yer alan dağın nasıl ortaya
çıktığı merak konusu. Çünkü özellikle Mars’ta yer alan kraterler içinde veya civarında oluşmuş dev dağlara kıyasla, Ceres dağı düzlükte yer alıyor.
Henüz piramit dağı inceleme şansı bulamayan bazı ufologlar, Dawn’ın gönderdiği
fotoğraflarda uzay araçları tespit ettiklerini iddia ediyor. YouTube’da yer alan bir videoda,
krater içinde yarasa şeklinde uzay aracı olduğu öne sürülüyor ve anlatım yapan kişi ‘kesin bir
yargıyla’ bunu savunuyor. Bir diğer videoda ise yörüngede görüntülenen UFO var.
 gizemlervebilinmeyenler4
Gizemli Işıklar 
NASA’nın arkasında ne bulacağını veya ne cevap uyduracağını en merak ettiğim olay ise
Ceres üzerindeki parlak noktalar. Nokta diyoruz ama Dawn yaklaştıkça daha fazlası ortaya
çıkan bu noktaların iki tanesi fazlasıyla büyük.

Twitter’da paylaşılan bir fotoğraf son derece ilginç. Fotoğrafta, 582 kilometrekare yer
kaplayan iki parlak nokta ile Las Vegas’ın gece uzaydan görünümü karşılaştırılmış.
Kömür santrallerinin yanı sıra dünyanın en büyük barajlarından Hoover’ın elektriğini kullanan,buna rağmen dünyanın en büyük güneş santrali Ivanpah’ın bile tüketimi açığını kapatamadığı Las Vegas, 352 kilometrekarelik parlaklığıyla Ceres’teki benzerine yetişemiyor.

NASA’nın düşündüğü gibi bu parlaklıklar gerçekten buz veya tuzdan mı kaynaklanıyor? Yoksa Ceres üzerinde uzaylıların dev bir parti şehri mi var?
NASA, en son açıklamasında, Dawn’ın Ağustos ayında Ceres’e daha da yaklaşarak soru
işaretlerine cevap bulacağını belirtti. Ceres’teki ışıkların buz ve tuz olabileceği gibi ‘diğer
alternatiflerin de düşünüldüğünü’ ifade edildi.
gizemlervebilinmeyenler3


8 Ekim 2015 Perşembe

Kendi Kendine Yanan İnsanlar



Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar. Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır. İşin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat).

Avrupada ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır. Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir. 1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur. Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti. Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey. Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı. Bu sonradan kayıt altına alınmış " kendinden yanma" olayları arasında ilk örneklerden biri kabul edildi.

55670abcb3868bfb30a4a22b
18 yüzyılda çok sayıda kendinden yanma vakası tespit edildi fakat ilim adamları ve doktorlar bir türlü sebepsiz bu yanmalara bir ad koyamıyorlardı. Dr. Merille, Fransada Caen şehrinde görev yapıyordu bir gün bir ölüm nedeniyle ilgili olarak çağrıldı yaptığı incelemede: ölünün vücudu yerde uzanıyordu. Geriye kül yığınından başka bir şey kalmamıştı kemikler sıcaktan eriyerek eğilip bükülmüştü. Dr Raporunda kemikleri erimiş olmasını belirtmesi çok ilginçtir zira kemiklerin erimesi için en az 1500 derece ısı gerekir, oysa rapora göre " Evdeki eşyalardan hiç biri yanmadan zarar görmemişti kadının geceliği oturduğu sandalyenin 30 cm ilerisinde el değmemişçesine duruyordu. Üzerindeki elbiselerin dışında odada yanan başka hiçbir şey yoktu." Kimileri bu yanmaları Tanrının gazabı olarak görmektedir, bu korku eski çağlardan beri vardır. " Onları Tanrının gazabı yok ediyor. Tanrının yakıcı nefesi kül haline getiriyor. " Bu doğrumuydu ? Yukarıdaki olayların benzerine daha yüzlerce misal verebiliriz.

Biz burada bu hususta yapılmış araştırma ve incelemeleri ele alıp neticeleri üzerinde tartışacağız. Bu yanma olayları ile ilgilenen araştırmacılar olayların gittikçe artığını söylüyorlar . Bazı gazeteciler bu hadiselerle ilgili bilgi topluyorlar . Tıp dergilerinde yazılar yazılıyor fakat doğru dürüst hiçbir netice alınamıyor. Kendiliğinden yanma olayları üç safhada oluyor: 
1- Çok kısa bir zaman içinde gerçekleşiyor, yananın ne yardım isteyecek nede ne olduğunu anlayacak zamanı oluyor.

 2- Olaylar çok büyük nispete ölümle neticeleniyor ve bu sebepten kurbanların ne olduğunu anlatma imkanı olmuyor.

3- Üçüncü çok ilginç durum : Böyle bir yanma olayı ya yanan yapayalnızken oluyor veya birkaç kişi iseler o zaman hepsi birden yanıp ölüyorlar. Yani hadiseye canlı şahit bulunmuyor.

Sebepsiz-Yanıp-Kül-Olan-İnsanlar-korkma-net-535x357

Yazının devamını web sitemizden okuyabilirsiniz.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Kayıp Koloninin Yamyamlığı



14 yaşındaki bir kızın kalıntıları, korkunç bir vahşetin saklı izlerini ortaya çıkardı. İngiliz yerleşimcilerin 16’ıncı yüzyılda Amerika’da kurduğu ancak geride iz bırakmadan kaybolan “Kayıp Koloni”ye ne olduğunu araştıran tarihçiler. Yeni Dünya’daki ilk yerleşimcilerinin, halkın ağır kış şartlarında hayatta kalabilmek için yamyamlığa başvurduğunu ortaya çıkardı. İngilizlerin 17’inci yüzyılın başında modern Virginia eyaletinde kurdukları Jamestown kasabasının, yüzyıllar sonra korkunç bir sırrı ortaya çıktı. Virginia’da 16’ıncı yüzyıl sonunda kurulan ve tarihe ’Kayıp Şehir’ olarak geçen Roanoke kolonisinin yok olmasının ardından kurulan Jamestown halkının, ağır yaşam şartları nedeniyle yamyamlığa başvurduğu anlaşıldı.
Besin kaynaklarını ağırlıklı olarak yerel kabilelerden alan ve temiz suya erişim sıkıntısı çeken İngiliz yerleşimcilerin, 1609-1610 kışında yaşanan ve ‘açlık zamanı’ olarak tarihe geçen dönemde, çaresizlikten yamyamlık yaptıkları, hatta evcil hayvanlarını yedikleri ortaya çıktı. Ağır kış şartlarında gıda stokları bulunmayan ve tarım yapamayan Avrupalı 300 göçmenden sadece 60’ı hayatta kalmıştı.

Jamestown Cannibal
Çaresizlik Vahşete Dönüştü
James Fort olarak da bilinen yerleşimden geriye kalan alanda yapılan araştırmalarda, kemiklerinde büyük kesikler ve doğrama izleri bulunan 14 yaşındaki bir kızın kalıntıları bulundu. Genç kızın ağır kesik izleri taşıyan kaval kemiği ve kafatasının yanı sıra, çok sayıda kesilmiş at ve köpeğe ait izler kalıntılara ulaşıldı. Discovery News’in haberine göre, araştırmacılar genç kızın kafatasını açmak için dikkatsizce yapılmış dört balta darbesi tespit etti. Washington D.C’de buluann Smithsonian Ulusal Doğal Tarih Müzesi’nde adli tıp antropoloğu Doug Owsley, “Kemik kalıntıları, oldukça özensiz ve beceriksiz bir kesme işlemi yapıldığını gösteriyor... Ancak amacın açıkça vücutları parçalamak olduğu, beyni ve eti ayırmak olduğu anlaşılıyor” dedi.
National Geographic’in verdiği bilgiye göre, İngiltere’den geldiği ve adının ‘Jane’ olduğu belirtilen kızın kalıntıları, James Fort’ta 1608’de inşa edilen bir binanın kilerindeki çöplükte, yaklaşık 1 metre derinlikte bulundu.
Strike marks are seen on the skull of "Jane of Jamestown" during a news conference at the Smithsonian's National Museum of Natural History in Washington, Wednesday, May 1, 2013. Scientists announced during the news conference that they have found the first solid archaeological evidence that some of the earliest American colonists at Jamestown, Va., survived harsh conditions by turning to cannibalism presenting the discovery of the bones of a 14-year-old girl, "Jane" that show clear signs that she was cannibalized. (AP Photo/Carolyn Kaster)
cannibalism 5
Tek Kurban O Değil
Analizler, genç kızın korkunç bir şekilde öldürüldüğünü gösterdi. Balta darbeleri kafatasını açarken, bir bıçakla yüzündeki et yüzüldü, çene kemiği üzerindeki et sert kesiklerle ayrıldı. Genç kızın kesinm olarak hangi darbeyle öldüğü kesin değilken, bilgisayar analizleri, Jane’in yüzünü yüzyıllar sonra yeniden canlandırdı. Owsley, ellerindeki bilgilere sayanarak, Jane’in Ağustos 1609’da, yani kışla bastıran kıtlık dönemi başlamadan üç ay önce Jamestown’da geldiğini düşündüklerini belirtti. Jamestown tarihi uzmanı Jim Horn, kolonide yaşanan kırlık ve korkunç yamyamlığın, 1607’de kurulduktan sonra yaşanan bir dizi olumsuzluktan kaynaklandığını belirtti.
MunsterCannibals-300x268 2964e85ed8aa63122b934f2946e0aea5
Horn, hastalıklar, stok yetersizliği ve yerel kabilelerden Powhatan’ın düzenlediği kuşatmalar nedeniyle çok zor günler yaşadığını söyledi. Horn, “Yamyamlığa başvurmak son direnişti. Koloni yıkılmanın eşiğine geldiğin hayatta kalmak için başka çareleri kalmadı” dedi. Araştırmacılar, yamyamlığa kurban giden tek kişinin Jane olmadığını düşünüyor. Korkunç bir şekilde ölen kızı anmak için hazırlanan herkeli, Ulusal Doğal Tarih Müzesi’nde yarın başlayacak exhibition “Written in Bone: Forensic Files of the 17th Century Chesapeake” adlı sergide yer alacak.


83680-004-01399CF6 1549559_199365066927844_1214523147_n 3613471437_3e828fea55 jamestowntown yamyam2

5 Ekim 2015 Pazartesi

Uzaylılar Geri Geliyor



Yüzeysel geliyor kulağa, farkındayım. Neticede adam tüm bunları anlatmak için cilt cilt kitap yazmış. Eh, tabii dalga geçeni de saldıranı da çok olmuş. Dini çevreler uzaylıların tanrı sanılmasına itiraz etmişler; bilim insanlarıysa Daniken’in sözünü ettiği ipuçlarını uydurduğunu veya yanlış yorumladığını öne sürmüşler.
39 kitapta kafamızı karıştırdığı yetmiyormuş gibi Daniken şimdi Artemis Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Tanrıların Alaca Karanlığı”nda teorilerini bir ileri safhaya taşıyor ve “tanrıların” yakında geri döneceğini söylüyor. Onunla geçen hafta yaptığımız röportajımızın bir kısmı 30 Eylül Çarşamba günü HT Gazete’de çıktı. Röportajın devamı aşağıda...
‘MİT SANDIĞIMIZ GERÇEKLER’
Teorinizi kısaca hatırlayalım mı?
“Tanrıların Arabaları”nda bildiğimiz tarihin tamamen yanlış olduğunu öne sürmüştünüz... Bunu o kadar uzun zamandır anlatıyorum ki. Her geçen gün yeni kanıtlar elde ediyoruz. Binlerce yıl önce Dünya dışı varlıklar, daha doğrusu başka bir gezegenin insanları, uzay gemileriyle yeryüzüne geldiler. Atalarımız henüz ilkel ve deneyimsizdi, teknolojik bilgileri de sıfırdı, bu yüzden gördükleri şeyleri akılları pek almadı. Ve onlardan bir hayli ileride olan bu Dünya dışı varlıkları “tanrı” sandılar.
Ama değillerdi...
Elbette değillerdi. Uzay gemileriyle yeryüzüne inen bu varlıkların “tanrı” olduğunu düşünmek çok saçma. Ama atalarımız buna inandı. Ve hemen her kültürden insanlar dünyanın dört bir yanında buradan yola çıkarak türlü çeşit mitler türettiler. Birçoğumuzun mit sandığı gerçekler diyelim...

Atalarımızın uzaylıları tanrı sandığını siz nasıl keşfettiniz?
Ben bir Katolik okulunda okudum, yani teolojik eğitim aldım, Latince ve eski Grekçe öğrendim. Siz sormadan cevap vereyim: Tanrı’ya inancım tamdı. Tanrı’yla aram hâlâ çok iyi; her gece ona dua ediyorum. Her neyse, çocukluğumda ailemden dinlediğim Tanrı’nın belirli nitelikleri vardı. Hata yapmazdı. Bir yerden bir yere gitmesi de gerekmezdi, çünkü zaten her yerdeydi. Zamansızdı. Geçmişte nasılsa gelecekte de öyle olacaktı. Okulda öğrendiğimiz Tanrı ise beni biraz hayal kırıklığına uğrattı, çünkü farklıydı...
Nasıl farklıydı?
Okulda kutsal metinleri okuyor, İncil’den tercümeler yapıyorduk. İncil’i okudunuz mu, orada Ezekiel’in ağzından anlatılanlar bana biraz acayip gelmişti. Ezekiel bir gün rüyasında Tanrı’yı görür. Tanrı gökyüzünden bir araçla iner. Uzay aracına benzeyen bu aracın kanatları, tekerlekleri vardır, şiddetli bir uğultu çıkarır. Bunu aklım almamıştı. Aynı anda her yerde olabilen Tanrı’nın bir gezegenden ötekine gitmek için teknolojiyi kullanması ve uzay aracı yapmasına gerek yoktu ki.

O halde?
Bence okulda okuduğumuz kitaplarda anlatılan Tanrı olamazdı, ortada bir yanılgı vardı. İncil’deki bu tarz bölümleri Latince ve Grekçe metinlerle karşılaştırınca, çok tanrılı dinlerde de benzer şeylerden söz edildiğini fark ettim. Böylece deli gibi okumaya başladım; eski metinlerden başımı kaldırmıyordum. Sümer ve Babil yazıtları, Hint efsaneleri; istisnasız hepsi aynı şeyi söylüyordu.
İnsanlığın ortak deneyiminden söz ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Evet, tanrıların, daha doğrusu Tanrı sanılan varlıkların adları değişiyordu ama geliş biçimleri, bindikleri araçlar hep aynıydı. İster istemez şüpheye düştüm, dini sorgulamaya başladım. Gene söyleyeyim: Tanrı’ya hâlâ inanıyorum, değişen bir şey yok. Fakat benim her gece dua ettiğim Tanrı’m, bize okulda öğretilen Tanrı değil.
‘DİNİ YIPRATMAK İSTEDİĞİMİ ÖNE SÜRDÜLER’
Dini çevreler tepki gösterdi mi?
Tepki göstermek ne kelime, resmen saldırıya uğradım. Anlattıklarımın uydurma olduğunu, yalan değilse bile bir delinin saçmalıklarından ibaret sayılması gerektiğini öne sürdüler. Temel iddiaları, kitaplarımı dini yıpratmak amacıyla yazdığımdı. Çok büyük mücadeleler verdim.
Uzun bir zaman diliminden söz ediyorsunuz...
Bütün bu süreçte 39 kitap yayımladım. Tam 8 bin 342 sayfa...
Ve kitaplarınız çok sattı.
Toplam 67 milyon.
Bilim insanlarının tepkisi ne oldu?
Bazıları reddetti, bazıları da benimle bağlantıya geçerek fikir alışverişinde bulunmayı tercih etti. Neticede ben sadece binlerce yıl öncesine ait bir yanlış anlamayı düzeltmeye çalışıyordum ama insanların pek azı bir hataya inandıklarını kabul etmeye hazırdı. Onları anlamak gerek. Düşünsenize; Tanrı sandıkları varlık aslında Tanrı değildi.
Haklı olduğunuzu bilseler, ne değişecekti?
Hem çok şey değişecekti hem de onları rahatsız edecek büyük bir değişiklik olmayacaktı. Çünkü araştırırken ne kadar geriye giderlerse gitsinler, sonunda mutlaka bir başlangıç noktasına varacaklardı...
Yani?
Tanrı yine orada olacaktı. “Hakiki” Tanrı’dan söz ediyorum. Ama bunca zahmeti göze alamadılar. Neticede benim iddialarımı kabul ederlerse, başka sorulara da cevap bulmaları gerekecekti. Mesela çok uzun zaman önce Dünya’mızı ziyaret etmiş uzaylılar gerçekte kimdi ve nereden gelmişti? Evrimleri nasıl gerçekleşmişti? Nasıl bir medeniyetleri vardı?
O soruları ben size sorayım...
Ziyaretçilerimiz buraya tesadüfen mi geldi yoksa bir amaçları mı vardı? Sonra görünüşleri nasıldı? Bu gibi sorulara cevabınız var mı? İyi de bunlara cevap bulmak için cilt cilt kitap yazdım ben. “Tanrıların Arabaları”ndan başlayarak diğerlerini okuyun bence.
‘UZAYLILAR BURAYA SADECE TEK BİR KERE GELMEDİ’
Yeni kitabınız “Tanrıların Alaca Karanlığı”nı da...
Evrende tek olmadığımıza dair birçok kanıt bulduğunuzu anlatıyorsunuz. Hatta birçok bilim insanının, mesela İsviçreli Svante August Arrhenius’un geçmişteki teorilerinin sizi desteklediğini yazıyorsunuz. Yıllar önce Arrhenius, “panspermia” teorisini ortaya atarak Nobel kazanmıştı. Ona göre ilk zeki ırk, milyonlarca yıl önce uzayın bir noktasında gelişmeye başlamıştı. Kendi türünü evrene yaymak istiyordu, bu yüzden evrenin ulaşabildiği her yere milyarlarca tohum örneği yolladı. Tohumların büyük kısmının fiziksel nedenlerle yok olacağının farkındaydı, pek azı kendi gezegenine benzeyen gezegenlere düşecekti. Ama o bile yeterdi. NASA’nın tahminini hatırlayalım: İstatistiksel olarak sadece Samanyolu’ndaki 4 milyon 500 bin gezegende bizimkine benzer bir hayat mümkün olabilirmiş. Yani kendimizi çok da orijinal sanmayalım; tek değiliz.

Panspermia kuramı doğru olabilir mi sizce?
Olabilir de olmayabilir de. Araştırılması gereken başka teoriler, başka ihtimaller var. Belki geldiklerinde henüz ilkel varlıklar olarak yaşıyorduk ve aramızda bir çeşit hücre alışverişi gerçekleşti, hatta belki bir nevi cerrahi yöntemle bize kendi DNA’larını zerkettiler. Bilmiyoruz, cevaplanması gereken soru çok.
Ama kitaplarınızı ne kadar az şey bildiğimizi görelim diye yazmadınız değil mi? Bu dedikleriniz doğru olsa bile, ziyaretçileri görüp yazıya dökecek insanlar yoktu henüz...
Birincisi, ben onların sadece bir kere geldiklerini söylemiyorum, bence defalarca geldiler. Hem size bir şey söyleyeyim mi, tekrar geleceklerini de biliyorum...
Nereden biliyoruz?
Yine kutsal metinlerden biliyoruz. Hemen her kültürde ve her dinde yeniden gelmesi beklenen özel birileri vardır ve onların bir gün döneceğine inanılır.
O özel birileri de uzaylılar mı?
Fakat o zaman aklıma şu soru geliyor: Yapacaklarını yapmış ve evrenin birçok yerine tohumlarını bırakmışlarsa, niçin geri gelsinler ki? Görmek için. Evlatlarıyla iletişim kurmak için. Tanrı olarak anılmak istemiyorlar bence, bu yüzden yakında, biz gerçeği öğrenmeye hazır olduğumuzda dönecekler. Ve bu kez nereden, ne amaçla geldiklerini tam olarak bileceğiz. Bir de şu: Dünyanın her yerinde insanlar kıran kırana savaşıyor, farklılıklar aşırılaştı, bu manzaraya bakınca insan karanlığın dibine vardığımızı düşünüyor ama aslında pek öyle değil, şafak sökmek üzere. Bekleyin; onların dönüşüyle birlikte yeryüzüne nihayet barış ve huzur da gelecek.

'SAHTE TANIKLARA İNANILACAK, GERÇEKLER REDDEDİLECEK'
“İslam dünyasına bakalım: Müslümanlar ‘son günlerin kurtarıcısı’ Mehdi’nin dönüşünü bekliyor. Yaygın inanışa göre, ‘ramazan ayının 23. gecesi’ dönecek. Yani ‘meleklerin gökyüzünden indiği’ Kadir Gecesi... Âlimlerse Mehdi’nin dönüş tarihinin bir sır olduğunu, bunu sadece Allah’ın bildiğini belirtiyor. Bir keresinde bir yabancı 12 imamın beşincisi olarak bilinen Muhammed el-Bakır’a Mehdi’nin dönüşüne yakın hangi alametlerin görüleceğini sormuş. Cevap şuymuş: ‘Kadınlar erkek gibi, erkekler kadın gibi davranacak; kadınlar eyerli atlar üzerinde açık bacaklarla oturacak. Sahte tanıklara inanılacak, gerçekler reddedilecek. İnsan insanın kanını yok yere dökecek, fuhuş yapacak, yoksulların parasını har vurup harman savuracak.’ Eh, bu kriterlere göre Mehdi çok önceden gelmiş olmalıydı. Ayrıca yine İslam alimlerine göre öncesinde tam 60 sahte peygamber gelecekti. Şimdiye dek kaç sahte peygamber geldiği konusunda bir fikrim yok, uzun zaman önce 60’ı geçmiş olmalı.
DANİKEN'E GÖRE UZAYLILARIN GELDİĞİNE DAİR 5 CİDDİ KANIT
Erich von Daniken’in anlattıklarına göre binlerce yıl önce henüz taş çağından çıkmamış atalarımızın bir süre için Dünya’yı ziyaret eden uzaylıları “tanrı” sanmasının sebebi gelenlerin teknik bakımdan bir hayli ileri olmalarıydı. Bir süre dünyamızda kalan ziyaretçiler burada medeniyetin şekillenmesini sağladılar. “Elimizde kanıt var mı?” diye soruyorum. Yazara göre elimizde iki tür kanıt var: Birincisi, kadim dinsel metinler. İkincisiyse, arkeolojik eserler, yani mağara resimleri, dev taş heykeller ve nasıl inşa edildiğine akıl sır erdiremediğimiz piramitler...
NAZCA ÇİZİMLERİ
İnkaların Peru’da bulunan Nazca Çölü’ndeki 50 millik alana çizdiği şekiller; dev kanatlı kuşlar, hayvanlar, insanlar... Bazıları o kadar büyük ki yakından neye benzediğini anlamak mümkün değil ancak çok uzaklardan yani gökyüzünden, uçakla bakılınca şekli anlaşılıyor. Daniken’in takipçilerine göre, bu şekiller bir zamanlar uzay araçlarının rahatça inebilmesi için yapıldı.
MOAİ'LER
Şili’nin 3 bin 600 km batısında bulunan Paskalya Adası’daki yekpare taş heykeller. Adada, bu koca kafalı heykellerden tam 887 tane var. En uzunu 82 ton ağırlığında. 86 ton ağırlığındaki yarım kalmış bir başka Moai’nin ise dudak uçuklatıcı bir görünümü var. Tamamlansaydı 21 metre boyu ve 270 ton ağırlığı olacağı tahmin ediliyor. Bu heykeller yıllarca adada gerçekleştirilen bereket törenlerinde kullanılmış. Buna göre yılın ilk hasat edilen ürünleri Moai’lerin etrafına dev kümeler halinde diziliyormuş.
PUMA PUNKU
Bolivya’daki antik Tiwanaku şehrinde yer alan devasa tapınak kompleksi. “Ustalıkla inşa edilmiş ve üzerlerine karmaşık şekiller oyulmuş bloklar” diyebiliriz. “Tanrıların Alaca Karanlığı”nda bu konuyu genişçe ele alan Daniken’e göre inşası ileri mühendislik teknikleri gerektiren bu tapınakların modern araç gereçler ve makineler olmadan yapılmasına imkân yok.
VİMANA'LAR
2000 küsur yıl önce Hindistan’da yazılmış Sanskritçe metinlerde sözü edilen uçan arabalar. Araba lafın gelişi, basbayağı uzay aracına benziyorlar. Tıpkı yazarın röportajımızda anlattığı Ezekiel’in gördükleri gibi... Vimana’lar, “Mahabarata” ve “Ramayana” adlı iki ünlü Hint destanında da anlatılıyor. (Vimana’ların görselleri yok fakat “Mahabarata”nın animasyonunda böyle gösteriliyor.)
EZEKİEL'İN KİTABI
İbrani İncil’i Tanah’ın içinde yer alan bu bölümde, Peygamber Ezekiel gökyüzünden ateşler ve dumanlar saçarak ve acayip gürültü çıkararak gelen bir araç görüyormuş. Daniken, orada uzun uzun anlatılan bu aracın günümüz uzay araçlarının bir benzeri olduğunu düşünüyor. Ezekiel’in araçtan inen “Tanrı”ya “Baba” diye hitap etmesi de enteresan. Daniken’e göre, Ezekiel bizim aslında o kişinin kanından geldiğimizi biliyor.
"UZAY GEMİLERİNE 'KUŞ' DEDİLER, 'ARABA' DEDİLER"
“Tanrıların Alaca Karanlığı”nda “kargo kültü” diye bir kavramdan söz ediliyor. Erich von Daniken’in bulduğu bir kavram değil elbette, geçen yüzyılın başlarında Yeni Gine, Pasifik Adaları, özellikle de Malenezya’da ortaya çıkmış. Aslında antropolojinin alanına giren kargo kültü, Daniken’in dilinde şöyle bir şeye dönüşüyor: İlkel bir toplum, teknolojik olarak daha ileri bir toplumla temasa geçtiğinde, ilk gruptakiler ikinci gruptakileri “tanrı” olarak görüyor. Ve ikinci gruptakiler kaldıkları süre içinde yerel halkla etkileşime geçip onlara malzeme ve yiyecek paketleri, yani “kargo”lar getiriyor. Karşılaşma sonlandığında geride kalanlar “tanrıların dönmesi için” yoğun bir biçimde ritüeller düzenlemeye başlıyor. Daniken’e göre, atalarımız da bunu yapmış. Bu yüzden uzaylı ziyaretçilerden öğrendikleri mühendislik yöntemleriyle tapınaklar, heykeller inşa etmiş ve o tapınakların çevresinde bereket ritüelleri düzenlemeye başlamışlar.
Antik Astronot Araştırmaları Merkezi Direktörü Giorgio A. Tsoukalos olayı şöyle özetliyor: “Binlerce yıl önce yaşayan insanların uçan araçları ‘uzay gemisi’ diye adlandırmalarına olanak yoktu, çünkü bu kavramları henüz icat etmemişlerdi. O yüzden alışık olmadıkları bu nesneleri onlara en yakın başka nesnelerle tarif ettiler; uzay gemilerine ‘Kuş’ dediler, ‘Araba’ dediler. Ve onları bildikleri nesnelere benzer şekilde resmettiler. Titizlikle kaydettikleri, ölümsüzleştirdikleri şey, kendi tarihleriydi! Kendi hayatları!”